Sanat tarihindeki çeşitli akımlar, farklı dönemlerde kültürel ve estetik anlayışların evrimini yansıtır. Barok ve Rokoko, özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da önemli sanat akımları olarak ortaya çıkmıştır. Bu iki dönem, estetik tercihleri, kültürel bağlamı ve sanatsal ifade biçimleri bakımından birbirinden ayrılır, ancak aynı zamanda birbirlerine de içsel bir bağlam taşır.
Barok Sanat: Estetik Çağrışımlar ve Dini Derinlik
Barok dönemi, özellikle 17. yüzyılın ortalarında Avrupa’da etkili olmuş bir sanat akımıdır. Bu dönemin sanatçıları, dramatik etkiler, karmaşık kompozisyonlar ve yüksek duygusal yoğunlukla karakterize edilen eserler üretmişlerdir. Barok, genellikle dini temaları vurgular ve bu temaları dramatik bir şekilde işleyerek izleyiciyi etkilemeyi amaçlar. Michelangelo Merisi da Caravaggio’nun gerçekçi aydınlatma tekniği ve Gian Lorenzo Bernini’nin heykel eserleri, Barok sanatının temel örneklerindendir. Barok, çağdaşlarını derin bir dini deneyime çağırırken, aynı zamanda görsel bir şölen sunar.
Rokoko Sanat: Zarafetin ve Hafifliğin Estetiği
Rokoko, Barok’un ağır ve dramatik tonlarına bir tepki olarak 18. yüzyılda ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Rokoko, zarafet, hafiflik ve duygusal zarafetin ön planda olduğu bir estetik sunar. Bu dönemdeki eserler, genellikle pastel renk paletleri, zarif süslemeler ve natüralist figürlerle karakterizedir. Rokoko, saray yaşamının lüks ve neşeli atmosferini yansıtarak aristokrat sınıf arasında popülerlik kazanmıştır. Antoine Watteau’nun resimleri ve François Boucher’nin tasarımları, Rokoko’nun estetik zenginliğini simgeler.
Rokoko Teriminin Kökeni: Estetik ve Kelime Oyunu
Rokoko terimi, Fransızca “rocaille” kelimesinden türetilmiştir, ki bu kelime “deniz kabuğu” anlamına gelir. Rokoko tarzındaki süslemeler genellikle doğadan esinlenir, bu da deniz kabuklarından çiçek motiflerine kadar çeşitli organik öğeleri içerir. Aynı zamanda, “rocaille” terimi, kelime oyunları ve dilin estetik kullanımıyla Rokoko’nun hafif ve zarif atmosferini yansıtır.
Sonuç olarak, Barok ve Rokoko, sanat tarihindeki zengin ve karmaşık evrimin birer örneğidir. Barok’un dramatik derinliği ve dini yönleri, Rokoko’nun ise zarif estetiği ve hafifliği, sanat dünyasında farklı duygusal ve estetik tepkilerin birer yansımasıdır. Bu iki dönem, sanatın evrimindeki önemli kilometre taşları olarak günümüz sanatına derin bir etki bırakmıştır.
Bugün sizlere Jean-Honoré Fragonard’ın 81 cm x 64 cm ölçülerinde, 1767 yılında yaptığı ve günümüzde Londra’da bulunan Wallace Koleksiyonunda sergilenen Rokoko üslubunun en önemli eserlerinden biri olan ”The Swing/Salıncak” adlı eserinden bahsedeceğim.
Rokoko Estetiği: Barok’un Gölgesinden Çıkış
Rokoko üslubu, Barok döneminden sonra belirgin bir şekilde ortaya çıkar ve aslında Barok’un ağır ve dramatik tarzına karşı bir çıkış, hafif bir nefes olarak doğar. Özellikle bu dönemin estetiğini anlamak adına, Barok’un temsilcilerinden Caravaggio’nun eserlerini düşünebiliriz. Caravaggio’nun her bir tablosu, dramatik kompozisyonları ve yüksek duygusal derinliği ile Barok sanatının zirvesini temsil eder.
Barok üslubun kurallarına ve katı ölçülerine ve ağır atmosferine bir tepkidir aslında. Bu yüzden Rokoko üslubundaki eserlerde bir yumuşaklık görülmektedir. Genellikle Barok dönemde kullanılan simetrik tasarımlar yerini asimetrik tasarımlara bırakır.
Rokoko döneminde eserlerin hem konuları hem de kıvrımları ve hatları yumuşaktır. Genellikle Barok sanatta gördüğümüz ağır ve kasvetli konular yerine eğlenceli konular tercih edilmiştir. Barok üsluba göre oldukça eğlenceli bir üsluptur.
“Görünüş Öz İçin Özseldir”: İmgesiz Olandan Somuta
Hegel’in Kavramlarının Tasavvufî Karşılıkları
“Tin, saf düşünce ile salt dışsal duyusal ve gelip geçici olan şeyler arasındaki doğa ve sonlu gerçeklik ile sonsuz kavramsal düşünme özgürlüğü arasındaki ilk uzlaştırıcı orta terim olarak kendisinden güzel sanat eserleri yaratır.” Hegel
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
Sonlu ile sonsuz ancak fiilde realite haline gelir, kavramlaşır: Sonsuz düşüncenin sonlu eşya üzerindeki edimleri ki tevhid dediğimiz budur. Sonlu ve sonsuz arasındaki uzlaştırıcı ilk orta terim sanat eserleridir: görünüşün bizzat kendisi. Immanuel Kant, görünüşlerin özleri yansıtmadığını söyler. Özler bilinemez, bilinenler ancak görünüşlerdir; eş deyişle yalnızca fenomenleri bilir, numenleri bilemeyiz. Numen ile fenomen arasına uçurum koymuşlar. Dolayısıyla, sanatta da numenler fenomenlere dönüşmezler. Hegel buna itiraz eder; “Görünüşler öz için özseldir” der. Öz görünüşe çıkmak zorundadır. Batı’da ancak Hegel ile keşfedilmiş olan şey tasavvufta vardır: Zuhur zorunludur, iktizâsı kendiliğindendir. “Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın.” Yani, bâtınını, içsel özselliğini zâhire ve âhire çıkartmayı kendisi iktizâ eder. “Bunu ister” bile demiyoruz; irade girmiyor burada, meşiyet giriyor. İrade ile meşiyet arasındaki temel ayrım, “irade” olur ya da olmaz fakat “meşiyet” olmazsa olmaz demektir. Allah’ın iradesi meşiyettir. Niye Allah’ın iradesi meşiyettir? Çünkü totaldir, bütünseldir. Bunun için “küllî irade” diyoruz. Küllî irade kendi dışında bir şey bırakmadığı için, “acaba?” kalmaz ve olması zorunlu olan olur. Bu, Batı’da Hegel’de ortaya çıkmıştır. Öz görünüşe çıkmak zorundadır. Öz, eğer kendini göstermese ve görünüşe çıkmasaydı ve “genel”de Tin için olduğu kadar, birisi için ve kendisi için hakikat olmasaydı, “hakikat” hakikat olamazdı. Bu demektir? Hakikatin zorunluluğu. Tahakkuk (Gerçekleşme) zorunlu olarak olur.
Burada ontolojik bir şey söylüyoruz: Varlığın kendi mertebelerinde dışlaşmasının edimselliği, yani kendini dışa doğru açması zorunludur; buna “zuhur” diyoruz. Tecelli ise bunun bilince yansımasıdır. Fakat o zuhurun arkası da tecellidir, yani arkada da bir şuur vardır, ona “külli şuur” da diyoruz. Bunlar soyut sözcükler gibi gelebilir, ama tek tek nesnelere veya sanat disiplinlerine uygulandığı zaman anlaşılır hale gelir. Tümel kavramlar olduğu için, duyusallıkları olmadığı için yarım kalıyorlar. Bir yanımız duyular bir yanımız akıl olduğu için, bu ikisinin arasındaki hayal, zihin, diğer yetilerimizle birlikte ara durumların da bütünlük için ifadeye katılmış olması gerekir. Daha özsel olan bir şey vardır: Tin kendine yabancılaştırılmış olan şeyi düşüncelere bölüştürerek kendine döner. İnsan için en derinde olan şey düşüncenin kendisidir. En derin dediğimiz zaman, derinlikten söz ettiğimiz zaman, düşünceden söz ediyoruz. O halde yabancılaşma ne demektir? Düşüncenin, dış dünya nesnelerinin imgelerinde bulunması demek. Akıl, dış dünyanın duyusal imgelerinde düşünceyi devindirdiği zaman, düşünce kendine yabancılaşır. Düşünce dış dünyaya giremez. Böyle bir olanak var mı? Düşünce beyinden çıkacak, dış dünyada bardağa gidecek, böyle bir şey olanaklı değil. Peki, nereye gidiyor? Örneğin, bardağın zihnimizdeki imgesine gidiyor. “İniş-çıkış” gibi terimleri kullandığımız zaman, sanki dış dünyaya iniyor-çıkıyor gibi anlıyoruz. Hayır. “İnzâl oldu” dediğiniz zaman, “iniş”, ruhsallıktan duyulara doğru, zihne doğru inmek demektir. Duyuların ortak duyusu zihindir. Zihin iniştir, akıl çıkıştır.
İşte bugün size anlatacağım ”Salıncak” adlı eser de Rokoko tarzını en iyi yansıtan ve incelenmesi oldukça keyifli bir eser. Resme baktığınızda ilk dikkatinizi ne çekiyor? Salıncaktaki pembe elbiseli kadın figür elbette… Hem elbisesi hem de neşe ve mutluluğu ile resmin hem konu hem de konum olarak merkezinde..
Ancak resimde geri planda kalmış iki figürümüz daha var. Arka tarafta bir yandan oturup bir yandan da salıncağı sallayan bir figür var. İşte bu figür salıncaktaki kadının kocası. Dikkat ederseniz biraz yaşlı kendisi. Kadın ise bu adama göre fazla genç ve hayat dolu…
Diğer tarafta ise, resmin bize göre solunda, çalıların arasına gizlenmiş bir erkek figürü daha var. O da kadının sevgilisi… Kocası kadını sallarken, kadın da aşığı ile bakışıyor ve ayakkabısını havaya doğru fırlatarak aşığına eteğini açıyor…
Resimde hemen hemen tüm simgeler aldatma, aşk ve sadakat üzerinedir. Mesela kadının resimdeki konumlandırılması ile başlayalım. Çok basit, kocasına sırtını dönmüş. Ama sırtını döndüğü sadece kocası değil. Arkaplanda melek figürlerine de sırtını dönüyor…
Yani sağlığa ve iyiliğe sırtını dönmüş mutlu bir günahkar görüyoruz aslında. Solunda ise bir Cupid görüyoruz, yani aşk tanrısı. Kadın melekleri arkada bırakıp Cupid’e yönelmiş gözüküyor. Ayrıca salıncak yine çok güçlü bir sembol. Kararsızlık, dengesizlik ve dönekliğin sembolü…
Yine resimdeki gizli aşk temasını vurgulamak için ressamın güzel detaylar koyduğunu görebilirsiniz. Aşk tanrısı Cupid’in parmağını dudağına koyduğunu ve kadına ”sessiz ol” işareti yapması da resimdeki yasak aşk etkisini güçlendirir. ”Sessiz ol, kocan duyacak!”
resimlerde de sadakati sembolize ederler genellikle. Elbette bu resimde kadının kocasının yanında bir köpek görmemiz bize doğrudan sadakati hatırlatmalı. Ayrıca köpeğin kadına karşı havlaması yine muhteşem bir detay… :)) Tabi zavallı koca köpeğin havlamasından asla şüphelenmiyor ve tebessüm içinde, sallanan sevgilisini izliyor…
Şimdi tekrar toparlarken başta söylediğim ve yanlış anlaşılan Barok-Rokoko kıyaslamasına geri dönelim. Kısaca şunu belirteyim Barok resimler bu Rokoko eserlere göre daha simetrik formlara sahiptirler. Yani hepsi mükemmel simetrik değillerdi elbette. Maniyerizmin asimetrik kompozisyonları ve özellikle yığın figürleri yerine bireyselliğe ve bir noktada düzene giren karanlık ve kasvetli Barok resimden sonra Rokoko tarz daha yumuşak bir üsluptur. Genellikle daha eğlenceli temalı resimler görürüz. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi…
Barok dönem her ne kadar kuralları çiğnese de Rokoko’ya göre daha resmi bir üsluptur. Rokoko daha yumuşak tonları ve ayrıntılı simgeleri ile kendini gösterir.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Sanatla ve sevgiyle kalın…🖤